Makale
Trabzon Derebeylikleri?
Geçen hafta bahsettiğim ?başkan?ın kimliği hakkında bir çok soruya muhatap oldum. Açık yazmam gerektiğini düşünsem ismini de yazardım, ileride gerekirse yazabilirim de. Ancak daha önce de söylediğim gibi benim yöntemim örnek kişi ve olaylardan yola çıkıp genel problemlere değinmek. Öteki türlü davransam belki daha çok okunur, daha çok popüler olurdum ama tarzım değil. Belki ileride o tarzı daha yararlı görürsem deneyebilirim.
Aslında bu tatsız konularla kimsenin zaten pek de yerinde olmayan afiyetini hepten kaçırmak istemiyorum ama hep tatlı yeyip tatlı konuşmakla olmuyor. İstanbul?da koca bir Trabzon?un yaşadığını defalarca dile getirdik. Aklımda yanlış kalmadıysa 700 binden fazla bir nüfus, 200?den fazla dernek, vakıf vs. sivil toplum örgütü, ülkenin ileri gelenleri arasına girmiş iş adamları, bürokratlar falan filan?
Bu derneklerde hep lafı edilen ama mahiyeti hakkında kimsenin fikir sahibi olmadığı, nasıl tesis edileceği hiç bilinmeyen, dernek gecelerinde sloganvari söylemlerle havaya savrulup o an için huzura erilen birlik-beraberlik mevhumu? Trabzonlu olmayan arkadaşlarım bana ikide bir bizim birbirimize çok düşkün ve tutkun olduğumuzu söylerler. Nasıl ve neden böyle bir kanaate sahip olurlar bilmem, çünkü uzaktan yakından alakası yoktur. Bir yerde yemek içmek varsa, horon kemençe varsa, ?sayın başkanım, değerli büyüğüm? gibi laflarla egoların okşanması varsa orada bir araya gelip az yukarıda bahsini ettiğim birlik-beraberlik sloganları atılır. Sonra? Sonrası yok. Herkes kendi şatosuna döner, derebeyi kendi arazisinde mesut bahtiyar yaşayıp gider, dışarıdakilerin ne halde olduğunu pek de umursamayarak?
Tabiî hiçbirinin farkında olmadığı bir gerçek var: Avrupa?da derebeylik dönemi ilelebet devam etmedi, paldır küldür yıkıldı. Belki daha gerçekçi bir benzetmeyi bizim köylerdeki yaşam biçimiyle yapabiliriz. Bilindiği gibi Doğu Karadeniz?de herkesin evi kendi arazisinin başındadır. Arazi sınırları devlet sınırları kadar önemlidir, bir ağacın kime ait olduğu sorunu mahkemelere ve hâttâ mezarlığa kadar devam edebilir. Bana öyle geliyor ki aynı zihniyet, aynı düşünce yapısı şehre uyarlanmış, başka bir şey değil. Fakat olmuyor. Özelde İstanbul, genelde gurbette yaşamak köyde yaşamak değil. Burada insanların birbirine ihtiyacı var. Ne kadar zengin ve güçlü olursanız olun, gün geliyor birilerinin desteğine muhtaç oluyorsunuz.
Alın Trabzonluların İstanbul?da kurdukları en güçlü ve en gösterişli sivil toplum kuruluşlarından birini. (Yine isim vermeyeceğim, kusura bakmayın) Geçen yıl bu zamanlarda İstanbul?un neredeyse göbeği sayılabilecek bir yerde çok geniş bir ormanlık arazinin işletme hakkını devraldılar. İki ay kadar önce bir gürültü koptu. Ne oldu? Meğer devralma süreci bitmemiş, bir takım prosedürleri de halletmek gerekiyormuş. Anlaşılan o ki, o prosedürleri aşmak da bizim sivil toplum örgütünün fiyakalı yöneticilerinin boyunu aşıyor. Yoksa çoktan hallederler, tesislerin işlek hale gelmesi için iple çektikleri yaz aylarını böyle heba etmezlerdi.
Yalan olmasın, İzmir?in toplam arazisinin % 35 ya da 40?ının tapusunun Konyalıların elinde bulunduğunu duymuştum birkaç ay önce. Rakam yanlış olabilir ama yanlışsa bile doğrusu bundan düşük değil yüksekti. Biz de becerip İstanbul?da bir tepeyi ele geçiremiyoruz. Nedeni adam akıllı sorgulanmalı ve cevapları bulunmalı.
İstanbul?daki Trabzon, şehrin muhtelif yerlerine dağılmış, gettolar halinde yaşıyor. Ne yazık ki bir çoğu da kendini Trabzon?un tamamı sanıyor. Bu insanların, İstanbul?daki diğer Trabzon?ların varlığından haberdar olması, onlarla irtibat ve yardımlaşma içinde olması, aksi takdirde hiç beklemediği yerlerden gelen darbelere direnemeyebileceğini bilmesi gerekiyor. Derebeylik dönemi biteli çok oldu, köydeki yaşam biçimi köyde kaldı. Bizi bakabilseydi biz de gurbette değil orada olurduk şimdi. Gurbette yaşadığımıza göre, gurbetin şartlarına uymak zorundayız. Yoksa kaybolur gideriz. Elimizden sadece Trabzonlu kimliğimiz gitmez, başka varlıklarımız ve değerlerimiz de tehlikeye girer.
Yukarıda bahsini ettiğim irtibat ve yardımlaşmanın en azından irtibat kısmı medya yoluyla gerçekleşir. Dolayısıyla İstanbul?da güçlü bir Trabzon medyasına her daim ihtiyaç vardır. Onun için birkaç ay önce yine bu köşeden yaptığım çağrıyı tekrarlamak istiyor, ve herkesi Karadeniz basınına sahip çıkmaya çağırıyorum. Sahip çıkmazsanız da siz bilirsiniz. Gün gelir herkesin basına işi düşer. Herkes bunu bir yere yazsın.
Aslında bu tatsız konularla kimsenin zaten pek de yerinde olmayan afiyetini hepten kaçırmak istemiyorum ama hep tatlı yeyip tatlı konuşmakla olmuyor. İstanbul?da koca bir Trabzon?un yaşadığını defalarca dile getirdik. Aklımda yanlış kalmadıysa 700 binden fazla bir nüfus, 200?den fazla dernek, vakıf vs. sivil toplum örgütü, ülkenin ileri gelenleri arasına girmiş iş adamları, bürokratlar falan filan?
Bu derneklerde hep lafı edilen ama mahiyeti hakkında kimsenin fikir sahibi olmadığı, nasıl tesis edileceği hiç bilinmeyen, dernek gecelerinde sloganvari söylemlerle havaya savrulup o an için huzura erilen birlik-beraberlik mevhumu? Trabzonlu olmayan arkadaşlarım bana ikide bir bizim birbirimize çok düşkün ve tutkun olduğumuzu söylerler. Nasıl ve neden böyle bir kanaate sahip olurlar bilmem, çünkü uzaktan yakından alakası yoktur. Bir yerde yemek içmek varsa, horon kemençe varsa, ?sayın başkanım, değerli büyüğüm? gibi laflarla egoların okşanması varsa orada bir araya gelip az yukarıda bahsini ettiğim birlik-beraberlik sloganları atılır. Sonra? Sonrası yok. Herkes kendi şatosuna döner, derebeyi kendi arazisinde mesut bahtiyar yaşayıp gider, dışarıdakilerin ne halde olduğunu pek de umursamayarak?
Tabiî hiçbirinin farkında olmadığı bir gerçek var: Avrupa?da derebeylik dönemi ilelebet devam etmedi, paldır küldür yıkıldı. Belki daha gerçekçi bir benzetmeyi bizim köylerdeki yaşam biçimiyle yapabiliriz. Bilindiği gibi Doğu Karadeniz?de herkesin evi kendi arazisinin başındadır. Arazi sınırları devlet sınırları kadar önemlidir, bir ağacın kime ait olduğu sorunu mahkemelere ve hâttâ mezarlığa kadar devam edebilir. Bana öyle geliyor ki aynı zihniyet, aynı düşünce yapısı şehre uyarlanmış, başka bir şey değil. Fakat olmuyor. Özelde İstanbul, genelde gurbette yaşamak köyde yaşamak değil. Burada insanların birbirine ihtiyacı var. Ne kadar zengin ve güçlü olursanız olun, gün geliyor birilerinin desteğine muhtaç oluyorsunuz.
Alın Trabzonluların İstanbul?da kurdukları en güçlü ve en gösterişli sivil toplum kuruluşlarından birini. (Yine isim vermeyeceğim, kusura bakmayın) Geçen yıl bu zamanlarda İstanbul?un neredeyse göbeği sayılabilecek bir yerde çok geniş bir ormanlık arazinin işletme hakkını devraldılar. İki ay kadar önce bir gürültü koptu. Ne oldu? Meğer devralma süreci bitmemiş, bir takım prosedürleri de halletmek gerekiyormuş. Anlaşılan o ki, o prosedürleri aşmak da bizim sivil toplum örgütünün fiyakalı yöneticilerinin boyunu aşıyor. Yoksa çoktan hallederler, tesislerin işlek hale gelmesi için iple çektikleri yaz aylarını böyle heba etmezlerdi.
Yalan olmasın, İzmir?in toplam arazisinin % 35 ya da 40?ının tapusunun Konyalıların elinde bulunduğunu duymuştum birkaç ay önce. Rakam yanlış olabilir ama yanlışsa bile doğrusu bundan düşük değil yüksekti. Biz de becerip İstanbul?da bir tepeyi ele geçiremiyoruz. Nedeni adam akıllı sorgulanmalı ve cevapları bulunmalı.
İstanbul?daki Trabzon, şehrin muhtelif yerlerine dağılmış, gettolar halinde yaşıyor. Ne yazık ki bir çoğu da kendini Trabzon?un tamamı sanıyor. Bu insanların, İstanbul?daki diğer Trabzon?ların varlığından haberdar olması, onlarla irtibat ve yardımlaşma içinde olması, aksi takdirde hiç beklemediği yerlerden gelen darbelere direnemeyebileceğini bilmesi gerekiyor. Derebeylik dönemi biteli çok oldu, köydeki yaşam biçimi köyde kaldı. Bizi bakabilseydi biz de gurbette değil orada olurduk şimdi. Gurbette yaşadığımıza göre, gurbetin şartlarına uymak zorundayız. Yoksa kaybolur gideriz. Elimizden sadece Trabzonlu kimliğimiz gitmez, başka varlıklarımız ve değerlerimiz de tehlikeye girer.
Yukarıda bahsini ettiğim irtibat ve yardımlaşmanın en azından irtibat kısmı medya yoluyla gerçekleşir. Dolayısıyla İstanbul?da güçlü bir Trabzon medyasına her daim ihtiyaç vardır. Onun için birkaç ay önce yine bu köşeden yaptığım çağrıyı tekrarlamak istiyor, ve herkesi Karadeniz basınına sahip çıkmaya çağırıyorum. Sahip çıkmazsanız da siz bilirsiniz. Gün gelir herkesin basına işi düşer. Herkes bunu bir yere yazsın.
Henüz yorum yapılmamış.