Sosyal Medya

GÃœNCEL

10 YILDA ONLARCA MİLYON BORÇLU YARATTIK HER YAŞTAN

Alphan Telek, pandemiyle giderek yükselen sosyal eşitsizliği, güvencesiz bir ortamda yoksullaşan ve yoksunlaşan işçi kesimini, gençlerin beklentilerini ve siyasete yaklaşımları sorularımızla Cumhuriyet'e değerlendirdi.



NEDEN ALPHAN TELEK? Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ä°liÅŸkiler (Ä°ngilizce) Bölümü’nü dereceyle bitirdi. Yüksek lisansını BoÄŸaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü Bölümü’nde yaptı. Doktora araÅŸtırmalarını Paris’te, Sciences Po’ya baÄŸlı Uluslararası AraÅŸtırmalar Merkezi’nde (CERI, Centre de Recherches Internationales) sürdürüyor. Ä°stanbul Politik AraÅŸtırmalar Enstitüsü’nün (Ä°stanPol) kurucularından ve halen yönetim kurulu üyesi, ayrıca Ä°nsani & Toplumsal Kalkınma programı direktörü ve “Hepimiz Prekaryayız” baÅŸlıklı bir kitabı var. Pandemi nedeniyle yoksulluk ve yoksunluk daha görünür olunca bize de Alphan Telek’e sormak kaldı.

10 YILDA ONLARCA MÄ°LYONLUK BORÇLU YARATTIK, HER YAÅžTAN

  • Dünyada sosyal eÅŸitsizlik son 40 yıldır yükseliyor, pandemi ile daha da arttı. Bir yanda yoksullar, prekarya ve diÄŸer yanda güçlü siyasetçiler, yandaÅŸlar ve zenginler giderek büyüyor.
  • Güvencesizlerin acil ihtiyaçları var, bunu ancak bir sosyal refah devleti çözebilir. Bunların yokluÄŸunda prekarya yalnızlaşır ve ne yazık ki o da eninde sonunda boyun eÄŸer.
  • Prekarya için ayrıca yarı vatandaÅŸ tabiri de kullanılıyor. Giderek haklarını kaybeden ve ikinci sınıf vatandaÅŸ konumuna düÅŸen bir grup bu. Pandemi bunu iyice gösterdi hepimize
  • Gençlerin çoÄŸunluÄŸu fırsat bulsa ülkeyi terk etmek istiyor, daha iyi bir ücret ve yaÅŸam beklentileri var, iÅŸyerinde daha çok söz istiyorlar, deÄŸer görmek istiyorlar.
  • Trump, ErdoÄŸan, Orban gibi liderler mevcut sorunlar karşısında düÅŸmanlaÅŸtıracak bir öteki buldu kendine hep. Toplumlar da içinde bulundukları durumdan çıkmak için bir kurtarıcı arayışına gittiler.
  • Dedem ilkokulu terk etmiÅŸ ve 70’lerde kahvede ocakçı olarak çalışan biri, o gün altı çocuÄŸuna bakabiliyor, okutuyor. Bugün yüksek lisans eÄŸitimi almış bireyler yeterli gelir oluÅŸturmakta bile zorlanıyor.

- “Orta sınıf çöküyor… Orta sınıf çökerse toplum çöker!” tespitine katılıyor musunuz?

Zannediyorum bunu söyleyenler, toplumu taşıyan kolonun orta sınıf ve mensupları olduÄŸunu düÅŸünüyor ama orta sınıf bir türlü açıklanamadı diye düÅŸünüyorum. ÇeÅŸitli isimler verildi son 200 yılda orta sınıf, küçük burjuvazi, çeliÅŸkili sınıf konumları dendi ve günümüzde prekarya olarak belki de kendisini gösteriyor. Çok canlı bir kesim var burada. Ama mesele ÅŸu ki bugün prekaryalaÅŸma dediÄŸimiz güvencesizleÅŸme öylesine etkili ki toplumu taşıyan kolonlar güvencesizlerin sırtında yükseliyor artık. Her yerdeler. Bazen bir banka çalışanı olarak onları görüyoruz bazen bir kurye, bazense ev iÅŸçisi olarak. Onların çökmesi toplumun çökmesi anlamına gelir mi, ben ÅŸöyle derdim: Onların iÅŸi bırakması gündelik hayatın ve sistemin durması anlamına gelir. Bugün pandemide dahi evde kalamayanlar dediÄŸimiz gruplar yani mesela kuryeler, kasiyerler ve market çalışanları görevlerine devam etmeseydi neler olabileceÄŸini düÅŸünebiliyor musunuz? Ya da Amazon iÅŸçilerinin iÅŸi bıraktığını düÅŸünün; küresel dağıtım mekanizmaları yara alırdı deÄŸil mi? Dün imalat sektöründe fabrikadaki iÅŸçi sınıfının böyle bir gücü vardı, bugün dağıtım mekanizmalarının her yerinde olan prekaryanın.

- Güvencesizler diyorsunuz ya da prekarya… Yeni bir sınıf… Orta sınıftan ya da iÅŸçi sınıfından daha mı farklı?

En temel cevap zaman, mekân ve hislerin kendisinde. Her ikisi bu üç düzlemde de çok farklı. Bu da farklı deneyimler, farklı stratejiler, farklı duygular yaÅŸamalarına sebep oluyor. Kısaca deÄŸinmek gerekirse, proletaryanın kendi zaman anlayışı vardı. Düzenli, istikrarlı bu yaÅŸam biçimi proletaryanın hayatının esas noktalarından biriydi. Askeri nizamı andırırcasına bir düzenlilik söz konusuydu. Bugün ben prekarya zamandayız diyorum. Bölük pörçük, istikrarsız, dağınık bir zaman anlayışı altında çalışıyoruz. Tabii burada eklenmesi gereken bir diÄŸer unsur hız. Bugün hız teknolojik dönüÅŸümle prekaryanın hayatının esas noktası, bu parçalı zaman anlayışının kökeninde bu hız var. Åžunu eklemek isterim; 1970’lerin teknolojik imkânlarında düzenlilik esastır, maksat iÅŸçiden alınan verimi olabildiÄŸince yükseltmek, bugünse parçalı zaman (hani esnek diyorlar ya) ile prekaryadan maksimum verimi almak istiyorlar. Bugünün teknolojisi buna izin veriyor, bir proletere gece 12’de patronu ya da müÅŸterisi ulaÅŸamazdı, ÅŸimdi böyle deÄŸil. Ä°kincisi mekân. Aynı unsur geçerli. Mekânsal düzenlilik yok. Fabrikalar ya da üniversiteler bütün iliÅŸkilerin kurulduÄŸu tek ve yegâne yerler deÄŸil. Bugün mekânlar da parçalandı. Birçok farklı mekânda farklı zamanda prekarya hayatta kalmaya çalışıyor. Bu da onun bütün hislerini, deneyimlerini belirliyor. Bu onları sınıf yapar mı? Temel koÅŸullarını saÄŸlar. Gerisi dışarıdan dokunuÅŸa baÄŸlı.

- Prekaryanın temsilcileri kimler?

Türkiye açısından bakacak olduÄŸumda zor bela geçinen milyonlarca çalışan, özellikle asgari ücretliler, yalnız olduÄŸunu düÅŸünen ve ülkeyi terk etmek isteyen gençler, güvencesizliÄŸi hem sosyal konumlarından hem de kimliklerinden dolayı yaÅŸayan kadınlar, 65 yaÅŸ ve üstü çalışmak zorunda yaÅŸlılar, EYT’liler, iÅŸsizler ama belki de özellikle genç iÅŸsizler, borçlu öÄŸrenciler, ev iÅŸçileri, kuryeler. Daha birçok grup sayabiliriz. Farkındaysanız farklı yaÅŸ, meslek, kimlik gruplarını kesen bir durumdan bahsediyoruz. Bunun da bir adı var sosyal sınıf yani mevcut durumda prekarya.

- Esnaf isyanda. Ä°ÅŸsizlik almış başını gidiyor. Asgari ücret eÅŸittir açlıkken bunu yaÅŸayan milyonlarca insan, yolsuzluk karşısında nasıl bir tavır takınır? Sesini mi yükseltir yoksa sizin kitabını yazdığınız prekaryanın korkuları mı devreye girer?

Uygun siyasi iklim olsa tabii ki sesini yükseltirdi ya da siyasetten bu insanlara sahici ve samimi bir ÅŸekilde el uzatan, birlikte baÅŸarabiliriz deyip onların taleplerini siyasete aktaran ve birlikte baÅŸarma hissi veren birileri ya da bir siyasi parti olsa. Ses çıkarmak için iki temel unsur gerekli: Ä°fade özgürlüÄŸü ve birlikte baÅŸarabiliriz duygusunu inÅŸa eden bir siyaset. Bugün Türkiye’de ne yazık ki ikisi de hasarlı. Çabalar var, demokratik bir koalisyon inÅŸa etmek, güçlendirilmiÅŸ parlamenter sisteme dönüÅŸ etrafında yapılan tartışmalar bunlar önemli ama yeterli deÄŸil. Güvencesizlerin acil ihtiyaçları var, bunu ancak bir sosyal refah devleti çözebilir. Bunların yokluÄŸunda prekarya yalnızlaşır ve ne yazık ki tek başına kalan herkes gibi o da eninde sonunda boyun eÄŸer. Bu siyasal bir depresyon yaratıyor. Onu korkularından, yalnızlığından, stresinden kurtaracak yegâne ÅŸey siyasetin kendisi, garip bir ÅŸekilde siyaset prekaryanın hem en kötü kâbusu, hem de en güzel rüyası durumunda.

- Orta tabakanın çöküÅŸü bir anlamda demokrasi olgusunu da rafa kaldırır mı?

Åžöyle düÅŸünebiliriz: Dünyada sosyal eÅŸitsizlik son 40 yıldır yükseliyor, pandemi ile daha da arttı. Bir yanda yoksullar, prekarya ve diÄŸer yanda güçlü siyasetçiler, onların yakınları (yandaÅŸlar) ve zenginler giderek büyüyor. Bu ikisi arasındaki uçurum da derinleÅŸiyor. Böylesi bir durumda bir siyasetçi kalkıp bu kutuplaÅŸmaya dokunarak popülist bir siyaset örebilir. Ördü de. Ama bunu kimlikçi temelde yaptılar. Mesela Trump, ErdoÄŸan, Orban gibi liderler mevcut sorunlar karşısında düÅŸmanlaÅŸtıracak bir öteki buldu kendine hep. Toplumlar da içinde bulundukları durumdan çıkmak için bir kurtarıcı arayışına gittiler. Bu açıdan liderlere Sezar görevi verildi adeta. Gel bizi kurtar diye. Onlar da demokratik kurum ve normları kendi güçlerini korumak için çeÅŸitli kılıflar altında gerilettiler. Sosyal eÅŸitsizlikler her zaman için otoriter sistemlerin doÄŸuÅŸunu tetikliyor ya da derinleÅŸtiriyor. Bunu artık görmezden gelemeyiz. O açıdan prekaryalaÅŸma yani güvencesizleÅŸmenin derinleÅŸtiÄŸi yerlerde otoriter sistemler bekleyebiliriz.

- Otoriter rejimlerin yükseldiÄŸi toplumlarda, hiçbir ÅŸey adil olmadığı gibi gelir dağılımı da adil deÄŸil elbet… Yoksul ağırlıklı toplumsal yapıların ortaya çıkması, siyasi erkin istediÄŸi gibi at oynatabileceÄŸi bir alan mı açıyor?

Sadece gelir dağılımı olsa iyi. Bugün çok büyük bir servet eÅŸitsizliÄŸi de var. Dünyadaki servetin önemli bir kesimi en zengin yüzde 1’in elinde birikmiÅŸ durumda. Dahası bu kesim pandemide servetine servet kattı. Prekarya ile zenginler arasındaki fark daha da açıldı, hani malum para parayı çeker kuralı. Daha da ilginci Fransız ekonomist Thomas Piketty ve arkadaÅŸlarının Dünya EÅŸitsizlik Raporu’na göre, tüm dünyada bölgesel açıdan servet eÅŸitsizliÄŸinin en çok olduÄŸu bölge OrtadoÄŸu bölgesi. OrtadoÄŸu’nun en zengin yüzde 10’luk kesimi burada toplam servetin yüzde 61’ini elinde tutuyor. Bana kalırsa bölgedeki otoriter petro-monarÅŸiler ve giderek otoriterleÅŸen yapılar ile sosyal eÅŸitsizlikler arasında çok kuvvetli bir baÄŸ var. Otoriter sistemler kaynakları kendi yakınlarına dağıtıyor, kendi yandaşının kazanması için elinden geleni yapıyor. Bizde elektrik ÅŸirketlerine son dönemde yapılanları, sadece yandaÅŸa deÄŸil genel olarak sermaye kesimine tanınan sayısız iltiması, vergi affını hatırlayın, bunlar öyle demokratik sayılan rejimlerde kolay olacak iÅŸler deÄŸil. Batı’da da baÅŸka yolları var. Onlar da vergi cennetlerine gidiyorlar, fakat otoriterleÅŸen sistemlerde hem bu var hem de sınırsız güç yetkisi ile ekonomik kaynakları har vurup harman savurma var. Bu da OrtadoÄŸu’daki servet eÅŸitsizliÄŸini açıklıyor sanırım. Buna bir eÅŸitsizlik davası dersek, siyasi erk bu davanın bazen hâkimi, bazen savcısı, bazen de avukatı oluyor. Ama maÄŸdur hep aynı: halk.

- Åžimdi yaÅŸadıklarımızın (-yasaklar, bir gün arayla deÄŸiÅŸen genelgeler, suç içermeyen soruÅŸturmalar-) bu sistemin sonucu olduÄŸunu söyleyebiliyor muyuz?

Bugün yaÅŸadıklarımız çok net bir ÅŸekilde hem Türkiye’de siyasal sistemin giderek otoriterleÅŸmesinin hem de son 40 yıldır dünyada vuku bulan güvencesizleÅŸtirme sürecinin bir parçası. GördüÄŸüm kadarıyla insanlar bugün ÅŸöyle bir ayrıma gidiyor: Otoriter kapitalizm, demokratik kapitalizm. Bunu yanlış buluyorum. Kapitalizm farklı ülkelerde farklı kılıklara bürünmeyi seven, kâr ve servet isteÄŸi karşısında çabuk uyum saÄŸlayan bir yapı. Yani Türkiye’nin son 20 yılını sadece demokrasiden uzaklaÅŸma olarak anlatanlara anlam veremiyorum. Peki, ya prekaryalaÅŸma süreci ne olacak? Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleÅŸtirmeleri, ekonominin ve toplumun IMF reformlarının istekleri doÄŸrultusunda ÅŸekillenmesi gökten zembille inmedi. Belirli siyasi kararlarla yapıldı. Bir noktada iktidar kendini tehlikede gördü ve sistemi kendi iktidarını saÄŸlama alacak ÅŸekilde reforme etmek istedi. 2017’de olan ÅŸey buydu. 2017’den sonra Türkiye hem otoriterliÄŸi hem de sosyal eÅŸitsizliÄŸi çok derinden yaşıyor. IMF’nin son raporuna bakın. Türkiye’de mutlak yoksul sayısı son iki yılda 3 milyon kiÅŸi artmış ve 10 milyona varmış. DeÄŸerli iktisatçı Prof. Dr. Öner Günçavdı, gerçek sayının 16 milyona varabileceÄŸini söylüyor. Ayrıca buna güvencesizler dahil deÄŸil. Onları da dahil ettiÄŸimizde çok büyük bir sayı ile karşı karşıyayız. Ve evet, tüm bu genelgeler, yoksulluk, güvencesizlik hem siyasi hem ekonomik modelimizin bir sonucu.

- Siz prekaryalaÅŸmayı siyasetçiler, elitler ve finansal kuruluÅŸların birlikte gerçekleÅŸtirdiÄŸini söylüyorsunuz. Yeni zincirler ne; kredi kartları, banka borçları, buzdolabı taksitleri mi?

Bunun bir adı var: neo-liberalizm. Mali ve finansal açıdan piyasacı anlayışa siyasal ve kültürel açıdan neo-con’luk yani yeni muhafazakârlık eÅŸlik etti. Aslında AKP’nin 2002 sonrası sürecinde bu iki kavram çok önemli yer tutar. Ama yapılanlar 2002 öncesine dayanıyor. BaÅŸlangıç noktası dünya için 1970’ler. Kanadalı gazeteci Naomi Klein, 1973’te Åžili’de General Pinochet darbesinin ve sonrasında ülkenin generaller tarafından hızla piyasa ekonomisine çevrilmesinin bir deney olduÄŸunu söylüyor. Bu deney çeÅŸitli yerlerde devam etti. Nikaragua’da, hatta ABD’de New York sınırları içerisinde bunun 1970’lerde denendiÄŸi söyleniyor. Bizse 24 Ocak kararları vasıtasıyla tanıştık ama 12 Eylül bunun gerçek uygulayıcısı oldu. Türkiye ve Åžili’nin iki deney ülke olduÄŸu söylenir. Zaten bugün OECD ülkeleri arasındaki gelir eÅŸitsizliÄŸini ölçen verilere göre bu iki ülke en kötü beÅŸ ülke arasında yer alıyor. O açıdan deney, uygulayanlar açısından baÅŸarılı olmuÅŸ diyebiliriz. Ama toplum açısından aynı ÅŸey geçerli deÄŸil. GüvencesizleÅŸtirilme süreci aynı zamanda borçlandırma sürecidir. Bireysel kredi kullanımının tarihi çok eski deÄŸil. 1980’den sonra tüm dünyada patlama yapıyor. 1980 baÅŸlangıç evet, bundan sonra bir miktar sıçrama var, ortam bireysel kredilere hazırlanıyor, tabii bu sırada sosyal devlet uygulamaya sokulmuyor, sosyal yardımların eksikliÄŸinde insanlar kredilere koÅŸuyor. Ama kredi kullanımının hane düzeyinde sıçrayış yaptığı dönem 2002 ve sonrası. Bu konuda kitabımda IMF’nin bir grafiÄŸini kullanıyorum; ÅŸöyle düÅŸünün: Sanki bir sismik ölçer çok stabilken 2002 sonrasında birden büyük bir deprem oluyor ve büyük bir yükseliÅŸ çiziyor. Borçlu olmayan kaldı mı? Benim öÄŸrencilerim vardı, mezun olanlar 50 bin TL borçla mezun oldu iki-üç yıl önce. Ben ÅŸöyle diyorum: 10 yılda onlarca milyon borçlu yarattık, her yaÅŸtan. Kısa keseyim, prekaryalaÅŸtırmanın iki amacı vardı: Servet tepede biriksin ve bir de yönetilemeyen topluluklar yönetilebilsin. Ä°ÅŸte kısa hikâyemiz.

- Peki, “tarihin görmüÅŸ olduÄŸu en eÄŸitimli sınıflardan biri” bu oyuna nasıl geldi?

Evet, prekaryanın en önemli özelliklerinden biri bu. Tarihte hiçbir sınıf bu kadar eÄŸitimli deÄŸildi. Bir diploma enflasyonu yaÅŸadık son on yıllarda. Bu noktada geçmiÅŸ nesillerle prekaryanın bariz bir farklılığı var. Kendi ailemden bir örnek vereyim: Dedem ilkokulu terk etmiÅŸ ve 70’lerde kahvede ocakçı olarak çalışan biri, o gün altı çocuÄŸuna bakabiliyor, okutuyor. Bugün yüksek lisans eÄŸitimi almış bireyler bırakın altı çocuÄŸu, kendine bakmakta ve yeterli gelir oluÅŸturmakta bile zorlanıyor. Åžöyle de söyleyebilirim: O günlerde çalışmanın bir deÄŸeri vardı, bugünse sadece hayatta kalmak için çalışıyor insanlar. Devasa bir tezat var. Bu prekaryanın ya da 1980’lerde iÅŸçi sınıfının müdahale edebileceÄŸi bir ÅŸey miydi, sanırım deÄŸildi. Ancak geleceÄŸe yönelik umutluyum. Bunun sebebi de bu oyunun sonuçları çok iyi görüldü. Bugün dünyada devasa bir sosyal eÅŸitsizlik ve otoriterlik sorunu var. Bazı coÄŸrafyalarda biri önde, bazı yerlerde ikisi de bir arada. Pandemi bütün sorunları kristalleÅŸtirdi. Artık kaçış yok. O yüzden geçen hafta Joe Biden, ABD tarihinin en büyük yardım paketlerinden birini açıkladı ve eÅŸitsizliklere karşı bir savaÅŸ baÅŸlattığını duyurdu. Bu, 1929 buhranı sonrasında da olmuÅŸtu, Roosevelt döneminde. EÄŸer ABD yeni bir ekonomik modele giderse -ki bugün IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluÅŸlar bile eÅŸitsizliklerin azaltılması gerektiÄŸini söylüyor- o zaman bütün dünya onları izleyecektir. Ama riskler de var elbette.

VATANDAÅžLARIN EFENDÄ°SÄ°

- Ä°ki milyon kiÅŸi iÅŸini kaybediyor. Bir pandemi yaÅŸanıyor, iÅŸçi çalışmak zorunda. Üstelik aşılanamıyoruz bile. Bu yetmezmiÅŸ gibi, bir de DışiÅŸleri Bakanı ÇavuÅŸoÄŸlu da “Turistin görebileceÄŸi herkesi mayıs sonuna kadar aşılayacağız” demez mi? Bir ülkenin yurttaşının kendi ülkesinde kendisini ikinci sınıf hissetmesi için daha ne olmalı ki?

Bu arada çok iyi bir noktaya temas ettiniz. Prekarya için ayrıca “yarı vatandaÅŸ” tabiri de kullanılıyor. Giderek haklarını kaybeden ve ikinci sınıf vatandaÅŸ konumuna düÅŸen bir grup bu. Pandemi bunu iyice gösterdi hepimize. Ama bizim ülkede insanların üzerinde fazladan bir yük var. Bir yılı aÅŸtı, zaten iÅŸler yolunda gitmiyor, sosyal yardım yok, çocuklar ve yaÅŸlılar eve kapatıldı, bu iki nesil adeta maphus nesil, gençler iÅŸsiz ve iÅŸi olanlar da güvencesiz, (düÅŸünün ki genç iÅŸsizlik oranı yüzde 25’in üzerinde, uzmanlar gerçek oranın yüzde 40’lara vardığını söylüyor), kadınlar Ä°stanbul SözleÅŸmesi’nin feshedildiÄŸini gördüler, mutlak yoksulların sayısı artıyor, esnaf adeta sosyal ölüme terk ediliyor. Bunlar vatandaÅŸların bazı haklarını kaybettiÄŸine ya da onları kullanamayacak duruma geldiklerine iÅŸaret ediyor. Yarı vatandaÅŸlık durumu bu aslında. Sonra kendi memleketinizde size yarı vatandaÅŸ gibi ceza kesilirken, sermaye akışını temsil eden turistlere vatandaÅŸların efendisi gibi davranılıyor. Mevcut sosyal eÅŸitsizliklerin üstüne bu ceza görüntüleri adalet duygusunu daha da zedeliyor.

- “Hepimiz Prekaryayız” kitabınızda en çok atıfta bulunduÄŸunuz kiÅŸi prekarya kavramını ileri süren Guy Standing, bu sınıfı yeni tehlikeli sınıf olarak tanımlıyor, ne demek istiyor?

Bu soru için teÅŸekkür ederim, çünkü kitap yayımlanır yayımlanmaz bazı akademisyenler kitabı okumadan önce Standing’e çok az referans verdiÄŸimi söylüyordu. Kitabı okusalardı önsözden sonuca kadar Standing’e defaatle referans verdiÄŸimi görürlerdi. Tehlikeli derken ÅŸunu kastediyor: Bu sınıf dünyada giderek büyüyor, eÄŸer ne olduÄŸunun ve birbirlerinin farkına varır da bir araya gelirlerse, dünün tehlikeli iÅŸçi sınıfı bugünün prekaryası olacaktır. Aslında bu tehlikeyi sistem için öngörüyor, yoksa prekarya için bu tehlike önemli bir heyecan.

- Standing’le geçen yıl bir söyleÅŸi yapmıştım, önerisi ÅŸuydu: “EÅŸitsizlikler ve süregelen ekonomik güvensizliÄŸin azaltılmasının tek yolu, herkese eÅŸit olarak ödenen temel bir gelirdir. Koronavirüs salgını, temel bir gelir sisteminin getirilmesini kesinlikle gerekli kılmıştır.” Kimilerine göre ütopik, size göre?

Temel gelir önemli bir tartışma. Her ÅŸeyi çözmez ama bugünü atlatmamızı saÄŸlayabilir. Salgın ÅŸartlarında hepimiz temel gelirin ne kadar önemli olduÄŸunu anladı. Çünkü salgın gösterdi ki gelir güvencemiz bile yok. Bu da yoksulluÄŸu hatta açlık ihtimalini gündeme getiriyor. Tabii bunu yapabilmek için mevcut ekonomik modelin deÄŸiÅŸmesi gerekiyor. Servetin tepede deÄŸil, aÅŸağıda ve ortada birikmesi için vergiden tutun sosyal politikalara kadar bütün bir ekonomi modeli deÄŸiÅŸmeli. Guy, bana kalırsa bunu bir anahtar olarak görüyor. Sosyal refah devletine açılan bir anahtar. Benim ÅŸüphelerim burada devreye giriyor. çünkü ben siyaset bilimciyim, sistemleri deÄŸiÅŸtirenin teknik bir düzenlemeden çok, toplumların verdiÄŸi tepki yani karşı reaksiyon olduÄŸunu düÅŸünüyorum. O yüzden siyasal prekarya kavramını 2018’de ileri sürdüm. Siyasal prekaryaya yani prekaryanın siyasetini yapanlara ihtiyacımız var; temel gelir bir kapı açabilir ama kapının açık kalmasını ve aralığı geniÅŸletecek olan ÅŸey siyasal prekarya diye düÅŸünüyorum.

- Bu noktada sosyal yardımlara da deÄŸinelim. Bugün siyasetin bir aracı haline geldi. Üstelik iktidar bu silah elinden alınsın istemiyor. Belediyeler eliyle yapılan yardımların nasıl engellenmek istediÄŸini gördük… Dayanışmayı siyasetin iyi niyetiyle buluÅŸturmanın bir yolu yok mu?

Ä°yi bir sosyal politika ya da adil bir sosyal devlet için öncelikle eÅŸit ve özgür bir siyasi iklim gerekir. Mevcut hükümet sistemi gücü tek elde yoÄŸunlaÅŸtırıyor. Kaynakların nasıl dağıtılacağına da tek başına karar vermek istiyor, belediyelerin sosyal yardım mekanizmalarını engellemeye çalışmak istemeleri, bu güç isteÄŸinden kaynaklanıyor. Zemini kaybederiz ve düÅŸeriz korkusu hâkim. Åžu an bu hükümet sisteminde yapılabilecek bir ÅŸey yok. Ama muhalefet partilerinin yapabileceÄŸi bir ÅŸey var: Çıksınlar güvencesizlere, yoksullara, en az güçlendirilmiÅŸ parlamenter sistemi konuÅŸtukları kadar nasıl bir Türkiye hayal ettiklerini söylesinler. Yoksullar yine olacak mı, onların çocukları için ne yapacaklar, emekliler için ne yapacaklar, özel okullar gene olacak mı (çünkü bunlar eÅŸitsizlik jeneratörü gibi), vergilendirmeyi deÄŸiÅŸtirecekler mi, ücretleri artıracaklar mı, sosyal gelir seçenekleri yaratacaklar mı, vs. Bunları konuÅŸmadıkları takdirde gerçek bir alternatif oluÅŸturabileceklerini düÅŸünmüyorum. Zaten kararsızların fazla olması buna iÅŸaret ediyor.

Ä°ÅžTEN ATILMAKTAN KORKUYOR

- Bir prekarya neden korkar?

Ä°ÅŸsizlikten, iÅŸten atılmaktan, iÅŸyerinde mobbing deneyimlemekten, az maaÅŸ almaktan, baÅŸka gelir ve birikime sahip olmamaktan, tatil yapamamaktan, yeterli ve kaliteli beslenememekten, yalnız kalmak ya da bırakılmaktan, daha fazla güvencesizlik ve daha fazla belirsizlikten en nihayetinde.

- Peki, bu, örneÄŸin iÅŸten atılma korkusu onun gündelik yaÅŸamını nasıl etkiler?

Tamamıyla ona odaklanır. Ä°ÅŸten atılmamak için de -eÄŸer alternatifleri ve geliri yoksa- ne yazık ki iÅŸyerinin bütün talep ve yönlendirmelerine uyar. Kısacası gündelik yaÅŸamı üzerindeki kontrolü baÅŸkalarına verir.

GENÇLER ÜLKEYÄ° TERK ETMEK Ä°STÄ°YOR

- Gençleri iyi tanıyorsunuz. Åžimdi siyaset onları “tavlamak” için kolları sıvadı… En büyük dertleri, beklentileri ne?

DediÄŸiniz gibi siyaset önümüzdeki seçimlerde yeni gelen seçmenin yani gençlerin önemli bir rolü olduÄŸunu anladı. O yüzden AKP’den tutun diÄŸer partilere kadar herkes farkındaysanız yeni kuÅŸaÄŸa uygun sosyal medya kartlarını sahaya sürüyor. Bu konuda Ä°stanbul Politik AraÅŸtırmalar Enstitüsü’nde (IstanPol) Seren Selvin Korkmaz ile birlikte kaleme aldığımız Türkiye’de Gençlerin GüvencesizliÄŸi raporu çok çarpıcı veriler sunuyor. Gençlerin çoÄŸunluÄŸu fırsat bulsa ülkeyi terk etmek istiyor, daha iyi bir ücret ve yaÅŸam beklentileri var, iÅŸyerinde daha çok söz istiyorlar, deÄŸer görmek istiyorlar. Bunu doÄŸrudan böyle ifade etmiyorlar ama benim gördüÄŸüm, hem ailede hem sokakta hem iÅŸyerinde ifade özgürlüÄŸünün olmadığını düÅŸünüyorlar; baskılanmadan konuÅŸabilmek istiyorlar. Aslında gençler siyasal ve sosyal olarak adil bir ülkede yaÅŸamak istiyorlar, bu da sanırım hepimizin talebi.

- Pandeminin görünür kıldığı adaletsizlik, eÄŸitimde nasıl yaÅŸanıyor?

EÄŸitimdeki özel-kamu ayrımı zaten bir eÅŸitsizlik jeneratörü gibi. Bir zamanlar hepimiz aynı okula gider, farklı kimlikten, farklı sınıftan insanları tanır, dünyamızı zenginleÅŸtirirdik. Farklı yaÅŸam ihtimallerini ve ÅŸanslarını tanırdık. Evet, o da eÅŸitsizdi ama bugünkü kadar deÄŸildi herhalde. Geçen günlerde Bekir Ağırdır bir röportajında söyledi: taÅŸrada okuyan çocuÄŸun bugün sınıf atlama ÅŸansı kalmadı diye. Çok doÄŸru, ÅŸunu da ekleyebiliriz: BüyükÅŸehirlerde güvencesiz ve yoksul kesimlerde de aynısı geçerli, eÄŸitimle yukarı çıkma ihtimalleri çok zayıfladı. Bu özel-kamu ayrımı çok büyük bir sorun. Öyle bir toplum düÅŸünün ki belki de 24-25 yaşına kadar asla bir araya gelmiyorlar. Ä°lk defa iÅŸ yaÅŸamında karşılaşıyorlar, orada da zaten bir iÅŸyeri despotizmi olduÄŸu için temas kurmuyorlar. Roosevelt, ABD için derdi: bu ülkede bir deÄŸil iki ulus var diye, yoksulların ve zenginlerin ulusu diye. Ne yazık ki durum Türkiye’de de böyle.

SÄ°YASAL PREKARYANIN TALEPLERÄ°

- Size ait bir kavram “siyasal prekarya”… Onlar kim? Türkiye’de en iyi kim temsil ediyor bu kesimi?

Siyasal prekarya, bugüne kadar kendi üzerinde dayatılan ekonomik, sosyal ve siyasi politikaları reddeden ve yeni bir geleceÄŸi kurmak isteyenlere verdiÄŸim ad. Mesela Sarı Yelekiler hareketinin sembollerinden biri olan Priscilla Ludosky, ÅŸöyle diyordu: Bizi vergilendirme tarzınızı deÄŸiÅŸtirin. Bu, bir siyasal prekarya talebidir. Daha fazlası için kitaba bakılabilir, özellikle son bölümde bunu çok iÅŸledim. Ä°ki temsil olabilir ya prekarya Ä°spanya’da Podemos örneÄŸinde gördüÄŸümüz gibi kendi siyasal hareketini kuracak ve siyaset yapacak, ya da mevcut siyasette bir konum alacak. Türkiye’de ÅŸu an benim gördüÄŸüm Canan KaftancıoÄŸlu güvencesizler ile temas kuruyor. Ev iÅŸçileri ya da kuryeler ile pandemi döneminde çalışmışlardı. Eminim önümüzdeki dönemde birçok siyasetçi bu konuya daha fazla eÄŸilecek ve prekaryayı içinde bulunduÄŸu çıkmaz karşısında dinleyecek ve bir siyaset örmeye çalışacaktır.

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.