Sosyal Medya

GÃœNCEL

Çankırı’dan Londra’ya bir Türkiye hikâyesi: Boris Jahnson'ın dedesi Ali Kemal



“Büyük Britanya’yı Avrupa BirliÄŸi’nden çıkaran adam” Boris Johnson, 2008 yılında Londra Belediye BaÅŸkanı seçilmesinden birkaç ay sonra ilginç bir ziyaret için Ä°stanbul’a gelmiÅŸti. Gelir gelmez, Süleymaniye’deki Kirazlı Mescit Sokak’a gitti. Onu kuzeni Sinan bekliyordu. Bu sokak onları birleÅŸtiren hikâyenin baÅŸladığı yerdi...



Bundan tam 141 yıl önceye Süleymaniye’nin, sabah namazlarının ardından Süleymaniye Camii’nde Gülistan’dan hikâyelerin okunduÄŸu dindar, orta sınıf tüccarların yaÅŸadığı bir semt olduÄŸu günlere gidiyoruz.
 
Mahallenin varlıklı esnaflarından biri olan Çankırı’nın Kalfat köyünden Ä°stanbul’a gelip yerleÅŸmiÅŸ, Mumcular Kahyası olmuÅŸ, Balmumcu Ahmed Efendi’nin evine.
 
Yaptıkları mumları bilâ ücret camilere dağıtan, Abdülaziz’in ölüm haberiyle günlerce gözyaşı dökülmüÅŸ saltanata gönülden baÄŸlı bu dini bütün ailenin o gün bir erkek evladı oldu; Ali Rıza.
 
Benzer zamanlarda geçmiÅŸ pek çok baÅŸka hikâyede olduÄŸu gibi Ali Rıza da önce mahalle mektebinde Kuran hıfzederek baÅŸladığı eÄŸitimine, rüÅŸdiye ile devam etti. Osmanlı-Rus savaşının Ä°stanbul kapılarına dayandığı yıllardı. Ali Rıza’nın Gülhane Askeri RüÅŸdiyesi’ndeki eÄŸitimi askerî disipline gelemediÄŸi pek uzun sürmedi. Bir süre Süleymaniye Camii’nde Ä°slam klasikleri okuduktan sonra annesinin isteÄŸiyle Mekteb-i Mülkiye’ye girdi.
 
Siyasetten önce edebiyatla tanıştı. Devrin en ünlü edebiyatçılarından Ahmet Mithat Efendi’den ve ÅŸair Muallim Naci’den etkilenerek 18 yaşında arkadaÅŸlarıyla GülÅŸen adında bir dergi çıkarmaya baÅŸladılar. Zamanın kelli felli edebiyatçılarıyla polemiklere giriyordu. Dergideki yazıları, ÅŸiirleriyse kendi adıyla deÄŸil, hayranı olduÄŸu Namık Kemal’in etkisiyle bir mahlasla çıkıyordu; Ali Kemal...
 
Hem Ahmed Mithat hem de Muallim Naci babası gibi sıkı 2. Abdülhamid taraftarlarıydılar. Ama ilgisini edebiyattan sosyal meselelere doÄŸru çeken esas isim Mülkiye’deki hocası Mizancı Murat Bey olmuÅŸtu. O ise önde gelen Jön Türklerden biriydi.
 
Yaşından büyük iÅŸlere o yaÅŸlarda kalkıştı. 1887’de Fransızcasını ilerletmek için 20 yaşında Paris’e gitti.  O sırada Paris’e kaçmış Jön Türklerle tanıştı. Cenevre’de bir Rus kızla aÅŸk yaÅŸadı. O gidince de bir yıl sonra Ä°stanbul’a döndü. Döner dönmez hayranı olduÄŸu Yeni Osmanlıların Ä°talyan Carbonari derneÄŸini taklit etmesi gibi Ä°sviçre’de gördüÄŸü bir ihtilalci komiteye özenip arkadaÅŸlarıyla  gizli bir cemiyet kurdu ama deÅŸifre olunca yakalandılar, ilk seferinde affedildi.
 
Ama ikinci gizli cemiyet denemesi bir jurnalle ihbar edilince memuriyet ataması kılığında Halep’e sürgüne gönderildi. Annesi ve kız kardeÅŸi de onunla geldi.
 
Orada da boÅŸ durmadı bir taraftan Arapça ve Ä°slami ilimler öÄŸrenirken diÄŸer taraftan Halep Valisi’ne karşı Ä°ttihatçıların kurduÄŸu gizli cemiyetlerin içinde yer alıyor, edebiyat yarışmalarına katılıyor, birincilikler alıyordu. Ama sürgünü bir türlü bitmiyordu. 1895’te yeniden Paris’e gitti. Aynı yıl Abdülhamid’e sunduÄŸu eÄŸitim reformu programı reddedilince hocası Mizancı Murad da Paris’e kaçmıştı.
 
Paris’te bir taraftan École Libre des Sciénces Politiques’e devam ederken bir taraftan da Ä°kdam gazetesine Paris Müsahabeleri baÅŸlığı altında yazılar yazıyordu. Fransa’daki kültür sanat dünyasıyla ilgili  yazıları çok popüler oldu, yazılarda Servet-i Fünun çevresine de laf atınca devreye giren Hüseyin Cahit onun bazı yazılarının Le Figaro’dan çeviri olduÄŸunu ortaya çıkardı.
 
Bu arada Avrupa’daki Jön Türkler içinde iki ayrı ekolü temsil eden Mizancı Murat Bey ile Ahmet Rıza Bey arasındaki ayrışma derinleÅŸiyordu. Daha Ä°slami, milliyetçi, devrimci deÄŸil evrimci bir çizgisi olan Mizancı Murat Paris’ten ayrılıp, Kahire ve Cenevre’de Mizan dergisini çıkardı. Sonunda Mizancı Murat ile diÄŸer Jön Türkler arasındaki ipler koptu. 2. Abdülhamid’in Jön Türkleri durdurmak için görevlendirdiÄŸi çocukluk arkadaşı ve saÄŸ kolu olan Hafiye teÅŸkilatının başındaki Ahmed Celaleddin PaÅŸa Mizancı Murad’ı ikna ederek Ä°stanbul’a dönmesini saÄŸladı.
 
Ahmed Celaleddin PaÅŸa’yla anlaÅŸanlardan biri de Ali Kemal’di. Görevi Avrupa’daki Jön Türk faaliyetlerini Ä°stanbul’a bildirmekti.
 
Avrupa’da okuyan Türk öÄŸrencilerinin nazırlığı, Brüksel sefareti 2. KatipliÄŸi gibi görevlerin ona bu yüzden mi verildiÄŸi, en baÅŸtan mı yoksa daha sonra mı Jön Türklere karşı Yıldız Sarayı’yla çalışmaya baÅŸladığı meçhul. Kesin olan Ali Kemal’in Jön Türkler’deki ihtilalcilik fikrine karşı, ılımlı bir reformculuÄŸu savunduÄŸu, yani Fransız modelinden çok Ä°ngiliz modeline yakın durduÄŸu...
 
(Nitekim, Ali Kemal, daha sonra kaleme aldığı ve karakterler üzerinden Fransız Devrimi’ni anlattığı Rical-i Ä°htilal adlı kitabında, Cemil Meriç’in bile “Fransız Devrimi’ni oradan öÄŸrendik” der, Fransız Devrimi’ni desteklemekle birlikte Jakoben ÅŸiddete ve Danton’un idamı gibi tasfiyelere karşı eleÅŸtirel bir dil kullanır.)
 
Daha sonra hayatını yazan yeÄŸeni, Ali Kemal’in kendi hikâyesiyle Danton’unkini benzettiÄŸini söylerken haksız sayılmaz. Onun Jakoben örgütü ise artık tüm hayatı boyunca karşısında duracağı Ä°ttihat ve Terakki olacaktır.
 
Cenevre, Kahire arasında gidip gelen Ali Kemal’in hayatının dönüm noktalarından biri 1902’de tatil için gittiÄŸi Ä°sviçre’de soylu bir aileden gelen Winifred Brun’la tanışması olur. Ä°ngiliz Margaret Johnson ve Ä°sviçreli Frank Brun’ün yarı Ä°ngiliz yarı Ä°sviçreli kızları olan Winifred’le bir yıl sonra Londra’da evlenmek üzere sözleÅŸerek ayrılırlar.
 
Ve 11 Eylül 1903 günü Londra’da (Paddington’da) evlenirler.
 
1906 yılında ilk çocukları Selma dünyaya gelir. Ali Kemal, bir yandan seyahatten siyasete geniÅŸ bir alanda kitaplar yazmakta, bir taraftan da Türk adlı dergiyi çıkarmaktadır. 1904’te Yusuf Akçura’nın TürkçülüÄŸün manifestosu kabul edilen Üç Tarz-ı Siyaset broÅŸürüne yazdığı “Cevabımız” adlı cevap çok ses getirmiÅŸtir “TürklüÄŸü Ä°slamdan Ä°slam’ı Osmanlılıktan ayırmak çok büyük bir hata olur” diyen Ali Kemal, yükselmekte olduÄŸunu gördüÄŸü milliyetçilik fikrinin, millet-i hakime anlayışının Osmanlı’nın sonu olacağını düÅŸünmekteydi:
 
“Biz Türklerin fertler itibariyle yükselmesine çalışanlardanız. Bu nimet o derece çoklukla husûle gelsin. Türkler durumu koruyabilsinler, topluca yok olmaktan kurtulsunlar, ikbal yolunu tutsunlar, sonra Osmanlı milletinin vahdeti mi, Ä°slam ittihadı mı, Türklerin tevhidi mi? Ne gerektir düÅŸünsünler!”
 
Ve 23 Temmuz 1908. Manastır’da baÅŸlayan isyanla, Ä°stanbul’da 2. MeÅŸrutiyet ilan edilmiÅŸtir. 2. Abdülhamid, 30 yıl önce askıya aldığı Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüÄŸe koymuÅŸ ve tatile gönderdiÄŸi Meclis-i Mebusan’ın açılmasına izin vermiÅŸtir.
 
Ali Kemal için de bu, eve dönüÅŸ demektir. Bir gün sonra Ali Kemal, Londra’dan eÅŸi Winifred, kayınvalidesi Margaret Johnson ve kızları Selma’ya birlikte Ä°stanbul’a gelip, Bebek’e yerleÅŸirler.
 
Ali Kemal, Ä°stanbul’daki ilk ziyaretlerinden birini Yıldız Sarayı’nda köÅŸeye sıkıştırılmış Abdülhamid’e yapar. Ä°kisinin ortak bir düÅŸmanı vardır: Ä°ttihat ve Terakki.
 
Prens Sabahattin’in liderliÄŸindeki Ahrar Fırkası’na katılan Ali Kemal, Darülfünun’da dersler verirken, Ä°kdam gazetesinin baÅŸyazarı olarak Ä°ttihatçı kalemlerle sert polemiklere girer. Ä°ttihatçıları “Aydınlanmış despotik” bir rejime gitmekle, komitacılıkla, masonlukla suçlamaktadır.
 
Ä°ttihatçıların en önemli isimlerinden Dr. Bahattin Åžakir’le Åžura-yı Ümmet gazetesinde çıkan yazılarda kendisine iftira ve hakaret ederek mebus olmasına engel olduÄŸu gerekçesiyle mahkemelik olur. Tam mahkeme sürerken 6 Nisan 1909 günü Ä°ttihatçı karşıtı Serbesti gazetesinden Hasan Fehmi Bey Galata Köprüsü üzerinde uÄŸradığı bir suikastla hayatını kaybeder. Katiller kaçmıştır. Cinayetten bir gün sonra Ali Kemal, Darülfünun öÄŸrencilerine sert bir konuÅŸma yaparak cinayetten Ä°ttihatçıları sorumlu tutar ve ÅŸöyle der:
 
“Åžimdi ben de kendimi korumak için silahımı alacağım, beni de vurun diyeceÄŸim!..”
 
Ali Kemal’in güçlü hitabetinden etkilenen talebeler “Hürriyet” “Katilleri bulun” sloganlarıyla Babıali’nin önünde toplanmaya baÅŸlarlar, sayı 50 bin kiÅŸiyi aÅŸmıştır.
 
Ä°ÅŸte ünlü 31 Mart Ayaklanması böyle baÅŸlar. Ali Kemal, Avcı Taburlarının yönetime el koyduÄŸu,  Tanin ve Åžura-yı Ümmet gazetelerinin yakılıp, Ä°ttihatçı liderlerin kaçtığı günlerde Ä°kdam’da cinayet için Ä°ttihatçıların önde gelen isimlerinden Rahmi Bey ve Dr. Nazım’ı suçlayan yazılar yazar.
 
Sonra birden iÅŸler tersine döner. Ä°ttihatçıların Balkanlardan yola çıkan Hareket Ordusu Ä°stanbul’a yaklaÅŸmaktadır. O geceyi kızı Selma daha sonra günlüklerine ÅŸöyle yazacaktır:
 
“Babam sabaha karşı üçte geldi. Annem bir koltuÄŸa oturmuÅŸ çok kötü anne çok kötü diye aÄŸlıyordu. Anneannem, yukarı çıktı, babamın elinde bir gazete vardı. Gazetede idam edileceklerin listesi. Babam da listedeydi…”
 
Ali Kemal o gece bir Fransız teknesiyle Ä°stanbul’dan kaçtı. Ertesi gün o listedeki altı kiÅŸi isyandaki rolleri nedeniyle idam edildiler. Ali Kemal son dakikada Paris’e kaçarak hayatını kurtarmıştı. Ama bütün ailesi Ä°stanbul’daydı. Paris’ten yazdığı mektuplarda eÅŸine ve çocuklarına olan hasretini anlatmaktaydı.
 
Sonra bütün aile Londra’da yeniden bir araya geldiler. 1909’un sonlarında Ali Kemal’in eÅŸi  Winifred ikinci çocukları, Osman Wilfred Kemal’i dünyaya getirdi. DoÄŸum sırasında Ali Kemal eÅŸinin yanında deÄŸildi. DoÄŸumdan kısa bir süre sonra genç kadın hayatını kaybetti.
 
Büyük bir aÅŸkla evlendiÄŸini karısını kaybeden Ali Kemal, yeni doÄŸan Osman Kemal, 3 yaşındaki Selma ile Londra’da baÅŸ baÅŸa kalmıştı. Neyse ki bütün aileyi toparlayacak kayınvalidesi Margaret Johnson vardı. Hep birlikte 3 yıl Christchurch ve ardından Wimbledon’da yaÅŸadılar. O 3 yıl boyunca Ä°ttihatçıların hakim olduÄŸu Ä°stanbul Ali Kemal için hiç tekin deÄŸildi. Hayatlarının akışını yine Ä°stanbul’daki iktidar savaÅŸları belirleyecekti.
 
18 Temmuz 1912 günü kendilerine Halaskaran-i Zabıtan diyen bir grup subay bir muhtıra vererek Ä°ttihatçılara “ya siyaset ya askerlik” dediler. 1908’de bizzat kendileri böyle baÅŸlayan bir isyanla iktidarı elde etmiÅŸ Ä°ttihatçılar korkmuÅŸtu. Ä°ktidardan geri çekildiler. Gazi Ahmet Muhtar PaÅŸa’nın kurduÄŸu yeni kabinenin ilk iÅŸi ise siyasi af çıkarmak oldu.
 
Bu Ali Kemal için yeniden vatanına dönmek demekti.
 
Åžartlar uygun olur olmaz, ailesini getirmek üzere Ä°stanbul’a döndü. Yeniden Ä°kdam’ın baÅŸyazarıydı artık. Ama bu saadet de 6 aydan fazla sürmeyecekti.
 
Enver PaÅŸa liderliÄŸindeki Ä°ttihatçılar, Babıali’yi basmış, Harbiye Nazır’ı Nazım PaÅŸa’yı öldürmüÅŸ, 70 yaşındaki Kamil PaÅŸa’nın başına silah dayanıp istifa ettirmiÅŸlerdi. Tarihe Babıali Baskını olarak geçecek bu darbeyle Ä°ttihatçılar artık kendi adlarıyla uzun bir süre gitmemek üzere iktidara el koymuÅŸtu.
 
Altı ay sonra Ali Kemal için bir kere daha sürgün yolları gözükmüÅŸtü.
 
Bu kez Viyana’ya gitti. Ama Mahmut Åževket PaÅŸa liderliÄŸindeki yeni Ä°ttihatçı hükümet muhalefete karşı daha hoÅŸgörülüydü, kısa bir süre sonra Ä°stanbul’a geri döndü.
 
Bekâr hayatına bir son verdi. Bu aynı zamanda stratejik olarak da önemli bir karardı. 2. Abdülhamid’in en yakınında olmuÅŸ askerlerden MüÅŸir (MareÅŸal) Mustafa Zeki PaÅŸa’nın kızı Sabiha ile evlenip, Büyükada’ya yerleÅŸti.
 
Peyam’ı çıkarmaya baÅŸladı. (Kendisinden 25 yaÅŸ küçük olan Sabiha Hanım’ın küçük kardeÅŸi Saadet’in taliplerinden olan o genç teÄŸmenle evlenseydi belki Ä°smet PaÅŸa’yla bacanak olacaklardı)
 
Ä°ttihatçıların Almanların yanında bir maceraya girmesine dönük sert eleÅŸtirileri yüzünden gazetesi kapandı. Bu arada 2. eÅŸi Sabiha Hanım’dan bir oÄŸlu dünyaya gelmiÅŸti; Zeki...
 
SavaÅŸ patlamıştı. Ä°ttihatçılar Almanların yanında bütün Ä°slam dünyasını cihada çağırmışlardı.  SavaÅŸ yılları Ali Kemal için zor geçti. ÖÄŸretmenlik yaptı, ticaretle uÄŸraÅŸtı, kitap yazdı.
 
Savaşın düÅŸman cephesinde kalan çocuklarıyla iletiÅŸimi kesilmiÅŸti artık.
 
1916 yılında Selma ve Osman’a bakan kayınvalidesi Margaret Johnson bir karar verdi. SavaÅŸ yıllarıydı. Ä°ngiltere ve Osmanlı karşı cephelerde savaşıyordu. Londra, Türkçe ad ve soyadlı bir çocuk için güvenli sayılmazdı. Nüfus Ä°daresi’ne baÅŸvurdu. Ve çocukların soyadını Kemal’den kendi soyadı olan Johnson’a çevirtti.
 
Selma Kemal, Celma Johnson, Osman Wilfred Kemal de Wilfred Johnson olmuÅŸtu artık... Çocuklar yeni adlarıyla Anglikan Kilisesi’nde vaftiz edildiler...
 
Ali Kemal ve Türkiye içinse 4 yıllık bu karanlık tarih 30 Ekim 1918’de Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında imzalan anlaÅŸmayla deÄŸiÅŸti. Ve 1 Kasım’ı 2 Kasım’a baÄŸlayan gece  Ä°stanbul KuruçeÅŸme kıyılarında bekleyen bir Alman denizaltısına binen Ä°ttihat ve Terakki’nin üç paÅŸası Türkiye’yi terk ettiler.
 
Arkalarında yıkılmış, orduları tasfiye edilmiÅŸ, iÅŸgale hazır bir ülke bırakarak. 5 Kasım 1918 günü Ali Kemal’in yakın arkadaÅŸlarından Refik Halid’in yazdığı “Hesabı ödemeden nereye” yazısı Ä°ttihatçılara duyulan o öfkeyi anlatır:
 
“Ziyafet bitti, fakat aÄŸzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?.. Galiba ÅŸafak attı, güneÅŸ doÄŸuyor, tahtakuruları nereye?... Galiba koku aldınız, kedi geliyor, koca fareler nereye?... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?” 
 
12 gün sonra Ä°ngiliz orduları Ä°stanbul’a ayak bastı. Savaşın kazananları Osmanlı için bir karar verecekti.
 
Ali Kemal’se siyasete geri dönmüÅŸtü. 1918’in başında yeniden kurulan Ä°ttihatçıların baÅŸ düÅŸmanı Hürriyet ve Ä°tilaf Fırkası’nın Genel Sekreteri’ydi artık.
 
Aslında savaÅŸ ve sonuçları Ali Kemal’i haklı çıkarmıştı.
 
En başından beri Abdülhamid döneminde izlenen sulh ve denge politikalarıyla ancak ülkenin kalkınabileceÄŸini savunuyordu. 1908’den beri askerî bir diktatörlük kurduklarını söylediÄŸi Ä°ttihatçıların maceracı, savaÅŸçı, millet-i hâkime düsturuyla azınlıkları dışlayan politikaları ise ülkeyi uçuruma götürmüÅŸtü:
 
“Bu 20. medeniyet yüzyılında nesli nesebi pespaye, tahsilsiz, irfansız, hukuktan da, hürriyetten de, hükümetten de bihaber… fail, ortaya çıkar, kendi gibi külhanbeyleri bulur… -bu memlekette ondan bol ne var?-… bu asrın idrakine, vicdanına sığmaz cinnetleri, cinayetleri iÅŸler. … Ä°ÅŸte sene­lerden beri  biz… âmir, hâkim diye bu heriflere tapındık, ÅŸimdi böyle bir musibetten musibete uÄŸruyorsak bu âmalimizin [yaptığımız iÅŸin] cezasıdır, çekeceÄŸiz” (5 Kasım 1918- Sabah)
 
“Trablusgarb ve Balkan felaketleri bir tarafa dursun, vakta ki Harb-i Umumi
 
çıktı, kafamızı mütareke kapısına ‘güm’ diye çarptık. Ne gördük? Bu mülk-i
 
mahrusamızın la-ekall iki semeni elimizden gitti, bu koskoca Saltanat-ı Osmaniye’ye küçük bir Türk hükümeti kalıyordu, fakat bu musibet dersiyle akıllandık mı sanıyorsunuz? Heyhat! Yine sulh ve sükûneti meskenet addeyledik, bizi bu musibetlere uÄŸratan, bu çukurlara düÅŸüren silaha herçe bad-abad sarılmak sevdasından bir türlü vazgeçemedik, bu sefer netice ne feci oldu, bu görmek istemeyen gözlere bile ayandır”. (19.8.1922- Peyam-ı Sabah)
 
Ali Kemal’in, baÅŸta Vahdettin olmak üzere Ä°stanbul hükümetinin ve Mütareke Basını denen entelektüel kesimin “hainlik” olarak tarih kitaplarına geçen çözüm önerilerinin özü buydu. SavaÅŸtan yenik çıkmış bir ülkeye yeni bir Ä°ttihatçı maceranın pahalıya mal olacağını düÅŸünüyor, savaşın galiplerini kızdırmadan bu badireyi sulh ile atlatmamız gerektiÄŸine inanıyorlardı.
 
Aslında böyle düÅŸünen sadece onlar da deÄŸildi. Savaşın en büyük kaybedeni, en ağır anlaÅŸmalarla cezalandırılanı olan  Almanya’da 440 maddeli Versaille AnlaÅŸması’nı onaylayan Sosyal Demokratlar da aynı ÅŸekilde düÅŸünüyordu. Onlar da ihanetle, teslimiyetle, mandacılıkla suçlandı. Alman meclisinde kendilerini teslimiyetle suçlayanlara “Artık yeni bir savaÅŸa giremeyiz, kendimizi savunacak durumda deÄŸiliz. Ancak savunmasız olmamız, onursuz olduÄŸumuz anlamına gelmez” diyen sosyal demokrat bakan Gustav Bauer’la Ali Kemal aynı çözümü savunuyordu aslında...
 
Özellikle de Ocak 1919’da Paris’te baÅŸlayan barış görüÅŸmeleri bitene kadar.
 
Altı ay sürecek sonunda Almanların önüne Versaille, Türklerin önüne Sevr’in geleceÄŸi görüÅŸmelerde savaşın galip devletlerine iyi bir fotoÄŸraf verilmeli, iÅŸgallere mazeret üretilmemeliydi. GörüÅŸmelerin baÅŸlamasıyla aynı tarihlerde Ä°stanbul’da 1915 Ermeni tehciri için Ä°ttihatçıların yargılandığı Divan-i Harbi Örfi yargılamaları baÅŸladı. Ä°ttihatçılar gözaltına alınıyor, sürgünlere gönderiliyordu. Ä°tilafçılar, Ä°ttihatçılardan yılların intikamını almaktaydı.
 
Mart ayında PadiÅŸah Vahideddin, hükümeti kurma görevini kayınbiraderi Damat Ferit PaÅŸa’ya verdi. Hürriyet ve Ä°tilafçıların yeniden iktidara geldikleri bu kabineye Ali Kemal Maarif Nazırı olarak girdi. Kabinenin birinci önceliÄŸi kongrelerle ortaya çıkan mukavemeti durdurmak, Wilson Ä°lkeleri’ndeki “nüfusun çoÄŸunluÄŸu kimdeyse yönetimi ona bırakmak” prensibine dayanarak, Anadolu’yu iÅŸgal ettirmeden Paris’teki barış anlaÅŸmasından çözüm çıkarmaktı.
 
Anadolu’da Türklerin azınlıklara yönelik katliam yürüttüÄŸü tezi iÅŸgaller için temel gerekçeydi. Damat Ferit kabinesi bu gerekçeyi zayıflatmak için Ermeni tehciri yargılamalarına hız verdi. 10 Nisan 1919 günü BoÄŸazlıyan Kaymakamı Kemal idam edildi.
 
Ama Paris’te gündem baÅŸkaydı. Paris’i boykot ederek Adriyatik’te ve Güney Anadolu kıyılarında yürüyüÅŸünü devam ettiren Ä°talyanları masaya çekmek gerekiyordu. Yunan tarafı da hevesliydi. Venizelos, Anadolu’da Türklerin Rumları katlettiÄŸi, müdahale edilmesi gerektiÄŸi propagandasını yürütüyordu. 6 Mayıs günü Ä°ngiliz baÅŸbakanı Lloyd George, Venizelos’u toplantıya çağırdı:
 
Lloyd George: Hazır askeriniz var mı?
 
Venizelos: Var. Hangi amaçla
 
Lloyd George: Bugün BaÅŸkan Wilson (ABD) Bay Clemenceau (Fransa) ve ben Ä°zmir’i iÅŸgal etmenize karar verdik.
 
Venizelos: Biz hazırız.
 
16 Mayıs günü Yunan ordusu Ä°zmir’e çıktı. Aynı gün bu iÅŸgali engelleyemediÄŸi için Damat Ferit hükümeti istifasını verdi. Ama padiÅŸah kabineyi yine onun kurmasını istedi. Bu kez Dahiliye Nezareti koltuÄŸunda Anadolu’daki mukavemeti Ä°ttihatçıların yeni bir macerası olarak gören bir isim oturmuÅŸtu: Ali Kemal Bey.
 
Ä°zmir’in iÅŸgali ittihatçıların elini güçlendirmiÅŸti. Ä°stanbul’da büyük mitingler yapılarak iÅŸgal protesto ediliyordu. 16 Mayıs günü Mustafa Kemal ve arkadaÅŸları, Rumlara katliam iddiasıyla Samsun bölgesinin iÅŸgal edilmesini engellemek için padiÅŸah tarafından Samsun’a gönderildi. Kısa zaman sonra onun da direniÅŸ için gittiÄŸi anlaşıldı.
 
Paris’te konferans sürüyordu. Kuvva-i milliye fikri Ä°stanbul’da da güçlenmeye baÅŸlamıştı. Dahiliye Nazırı Ali Kemal, ipleri eline aldı. Bir taraftan Ä°ngilizlerle görüÅŸüyor, Yunan iÅŸgalinin ilerlemesini engellemeye çalışıyor, bir taraftan milis teÅŸkilini ve müdafa-i milliye anlayışını yasaklayan bir emir yayınlatıyordu. 17 Haziran tarihli o emri 23 Haziran günü Mustafa Kemal’i görevlerinden azleden baÅŸka bir emir izledi. Atatürk, Ali Kemal’in o emrini tam metin olarak Nutuk’una koydu:
 
“Mustafa Kemal PaÅŸa büyük bir asker olmakla birlikte günün siyasetini pek bilmediÄŸi için, olaÄŸanüstü sayılacak vatanseverlik ve gayretine raÄŸmen, yeni görevinde asla baÅŸarılı olamadı... Ayrıca, bu önemli ve tehlikeli günlerde memur, halk, her Osmanlı’ya düÅŸen en büyük görev, barış konferansınca geleceÄŸimiz üzerinde karar verilirken ve beÅŸ yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken, artık aklımızı başımıza devÅŸirdiÄŸimizi göstermek, akıllıca ve tedbirlice davranışları benimsemek, parti, mezhep, ırk ayrılıklarını gözetmeksizin her ferdin hayatını, malını, ırzını koruyarak, medenî dünyanın gözünde bu memleketi bir daha lekelememek deÄŸil midir?..”
 
Emir Millî Mücadeleyi destekleyen kabine üyelerinin tepkisini çekmiÅŸti. Baskılara daha fazla dayanamayan Ali Kemal, 27 Haziran 1919 günü Dahiliye Vekaleti’nden Vahideddin’e sunduÄŸu bir dilekçeyle istifa etti. Dilekçe ve Vahideddin’in Ali Kemal’e verdiÄŸi cevap da Nutuk’ta yer aldı.
 
Ali Kemal istifa mektubunda “padiÅŸahın gösterdiÄŸi yakın ilgi ve güveni çekemeyen bazı arkadaÅŸlarının birçok yersiz sebepler ileri sürerek ihtilâlin daha da geniÅŸlemesine yol açtıklarını” söylüyor, «resmî görevinden çekilmekle birlikte, özel olarak hizmet ve sadakate devam edeceÄŸini» ekliyordu. Vahideddin’in de cevabi yazısı ÅŸöyleydi:
 
“Beni büsbütün yalnız bırakmayacağınıza güveniyorum. BaÄŸlılığınız, bana büyük ümit ve teselliler vermiÅŸtir. Saray, her dakika size açıktır…”
 
Nutuk’ta Atatürk bütün bunlardan sonra “Kendisine olan baÄŸlılığından padiÅŸahın büyük ümit ve teselliye kapıldığı Ali Kemal’i nâzırlık makamında ve padiÅŸah huzurunda gördükten sonra, bir de asıl gerçek görevi başında görelim!” diyerek Ali Kemal’le ilgili bazı Ä°ngiliz belgelerindeki onun Ä°ngilizlere yakınlığını gösteren yazışmalara yer verdi.
 
Halbuki Ali Kemal’in istifa ettiÄŸi gün kaleme alınmış baÅŸka bir mektupta Ali Kemal Ä°ngilizlere ÅŸikâyet edilmekteydi. Hem de Paris’teki Ä°ngiliz delegasyonuna.
 
Ali Kemal Paris Konferansı’ndaki Türkiye delegasyonu içinde yer almıştı. Bunu Ä°ngiliz gazetelerden öÄŸrenip onu Ä°ngiliz delegasyonuna yazdığı bir mektupla ÅŸikâyet eden kadının adı Margaret Johnson’du.
 
Mektup “Lütfen size yalvarıyorum onunla görüÅŸüp görüÅŸemeyeceÄŸimi bana bildirin” diye baÅŸlıyordu. YaÅŸlı kadın mektubunda ‘Ali Kemal’in kızının kocası olduÄŸunu, iki çocuÄŸunu kendisine bırakıp gittiÄŸini, savaÅŸtan sonra çocuklarını hiç arayıp sormadığını, çocuklara bakacak maddi durumunun olmadığını anlatıyor ve ÅŸöyle diyordu:
 
“Çocukların babasının Paris’te Türk delegasyonunda olduÄŸunu biliyorum. Onu görebileceÄŸim konusunda ÅŸüpheliyim. Ama eÄŸer mümkün olursa ondan çocuklar için para isteyeceÄŸim. Bu onunla görüÅŸmek için tek sebebimdir…”
 
Ä°ngiliz delegasyonundan Margaret Johnson’a gelen cevap olumsuzdu:
 
“Ali Kemal Bey  Paris’ten ayrıldı…”
 
1919 yılının başında baÅŸlayıp altı ay süren Paris Konferansı’ndan Osmanlı için Sevr AnlaÅŸması çıktı. Toplantıya yoÄŸun eleÅŸtirilere raÄŸmen katılan Ali Kemal ve Osmanlı delegasyonu istediÄŸini alamadan Ä°stanbul’a dönmüÅŸtü.
 
Siyasetten çekilen Ali Kemal en iyi bildiÄŸi iÅŸi gazeteciliÄŸe döndü. 1920 Ocak ayında sahibi olduÄŸu Peyam ile Abdülhamit’in çok yakını Kayserili bir Ermeni olan Mihran Efendi’nin sahibi olduÄŸu Sabah birleÅŸerek Peyam-i Sabah gazetesi ortaya çıktı.1922’nin Eylül ayına kadar gazetenin baÅŸyazarı olan Ali Kemal’in hedefinde Ä°ttihatçıların baÅŸka bir ÅŸubesi olarak gördüÄŸü Kuvva-i Milliye hareketi vardı.
 
Ali Kemal’e göre Ä°ttihatçılar gibi Kuvva-i Milliyetciler de savaÅŸmak dışında bir siyasi çözüm, politika geliÅŸtiremiyorlar, sorunu büyütüyorlardı, azınlık haklarını koruyamayarak iÅŸgallere zemin hazırlıyorlar, böylece savaşın galibi büyük güçlerle masa başında anlaÅŸmanın imkanlarını ortadan kaldırıyorlardı:
 
“...Onlar süzüldüler, söndüler, gittiler, bu sefer de Mustafa Kemaller, Fethiler, hülasa aynı herifin ikinci derecedeki erkân-ı kiramı meydanı istila etliler... Ne oldu? Hakikaten bu devleti ûlâ, bu milleti ihya mı eldiler.. DüÅŸmanı denize döktüler mi? Ne gezer? Bilakis onların seyyi’eleriyle, hatalarıyla, su’-i siyasetleriyle deÄŸil midir ki, halimiz gittikçe daha periÅŸan oldu” (Peyam-i Sabah 1922)
 
Ona göre çare açıktı:
 
“Filhakika topla ve tüfekle bu davayı fasletmek iddiasını bırakıyorlarsa bu devlet ve milletin selameti için Kuvva-i Milliye ricaline terettüb eden en birinci vazife mukadderatımızı, daima dediÄŸimiz gibi hilafet ve saltanatı temsil eden bir Bab-ı Ali’ye tefviz ederek çekilmelidir” (Peyam-i Sabah-1921)
 
Her zaman bu kadar kibar deÄŸildi. SavaÅŸ uzadıkça, Yunanlıların iÅŸgal ettiÄŸi topraklar arttıkça Ali Kemal’in üslubu sertleÅŸiyordu:
 
“Ä°dam, idam, idam! Mustafa Kemal cezasını bulacak!” (25 Nisan 1920)
 
“Bu türediler, bu serseriler yüzünden Anadolu baÅŸtan baÅŸa harap türap oldu” (12 Åžubat 1921)
 
“Ankaralı hoppaların derdiyle yine fırsatı kaçırdık; bu idrakte bu irfanda bu kıratta adamlar bir hükümeti deÄŸil, ufak bir aÅŸireti bile idare edemezler.” (13 Åžubat 1921)
 
Ama bunları “hain” ya da “ajan” olduÄŸu için deÄŸil, kurtuluÅŸu burada gördüÄŸü için söylüyordu. EÄŸer Kuvva-i Milliye yöntemleriyle zafer gelirse ne yapacağını da yıllar önce dürüstçe yazmıştı:
 
“...Türk olmak itibarıyla seviniriz, sevincimizden çıldırırız, fakat aklen, irfanen bu mertebe yanıldığımız için yalnız kalemimizi kırmak deÄŸil, insanlığımızdan bile istifa ederiz...” (26 AÄŸustos 1920)
 
DediÄŸini yaptı. Kuvva-i Milliye baÅŸarı gösterdikçe gazetesinde ve köÅŸesinde bunun hakkını verdi, kendi öz eleÅŸtirisini yaptı.
 
Ama tüm bunlar 26 AÄŸustos 1922 günü yazdığı bir yazı sebebiyle Ankara’da gıyabında Ä°stiklal Mahkemesi’nde yargılanıp mahkum edilmesini engelleyemedi.
 
6 Eylül günü yazdığı yazıda neredeyse başına gelecekleri tarif etmiÅŸti:
 
“Bu zaferler ile ne derece meÅŸkuk olursa olsun, devletlerle, ba-husus bir devlet-i muazzama ile uzlaÅŸmamıza, anlaÅŸmamıza müncer olmadıkça bir neticeye delalet etmez, tekrar ederiz, biz bu içtihadımızda yanılabiliriz, ya neticede sürülmek mi, vurulmak mı, asılmak mı ne ise cezamızı çekeriz. Bir fikir için mücahede edenlerin akıbetleri bazen de böyle olmaz mı?”
 
9 Eylül günü Ä°zmir’in Yunan iÅŸgalinden kurtuluÅŸu için “Türk’ün bayramı” baÅŸlıklı bir yazı yazmış ve eÄŸer Ankara hükümeti sadece kuvvetle baÅŸarılı olursa “...bizi minnettar kılarlar, hame-i muhalefetimizi ise kırar, parça parça ederler...” demiÅŸti.
 
10 Eylül günü yazdığı son yazısının baÅŸlığı ise “Gayeler bir idi ve birdir”di.
 
Ama bu yazılarda akıbetini deÄŸiÅŸtirmedi. Önce baÅŸyazarlık görevine son verildi, gazetenin ismi Sabah’a çevrilmiÅŸ, Sabah’ın sahibi Mihran Efendi ise olacakları görüp Ä°sviçre’ye kaçmıştı.
 
4 Kasım 1922 günü Ä°stanbul hükümeti istifa etti. Görevi Ankara’daki hükümet adına Refet PaÅŸa devraldı. 5 Kasım 1922 günü Ankara’dan Ä°stanbul emniyetine bir telgraf çekildi. Ali Kemal Bey’in yakalanarak Ankara’ya getirilmesi emrediliyordu.
 
Ama Ä°stanbul’da hâlâ Ä°ngiliz kuvvetleri vardı. Bu tutuklama deÄŸil ancak kaçırma olabilirdi. Dört polis emniyetten Ali Kemal’i kaçırmak için görevlendirildi. Arnavutköy’deki evinden, yeniden barışıp, bir araya gelmeye baÅŸladıkları Hürriyet ve Ä°tilafçı  arkadaÅŸlarıyla buluÅŸtuÄŸu Ä°stiklal’deki ofisine gelen Ali Kemal adım adım izlendi.
 
Ali Kemal, Marcel’in berber dükkanı yakınında tramvaydan atladı. TıraÅŸ olmak için koltuÄŸa oturduÄŸunda, dükkanın etrafını dört polis sarmıştı. Dükkana girip Ali Kemal’e “Sizi Emniyet müdürü görmek istiyor” dediler. Ali Kemal “peki” diyerek arabaya doÄŸru yürüdü. Polis müdürü, ÅŸoförle konuÅŸurken, başına gelecekleri anlayıp kaçmaya, Ä°stiklal Caddesi’nde koÅŸmaya baÅŸladı. Cercle d’Orient Pasajı’na girdi. Merdivenlerden çıkarken iri yarı iki polis onu yakaladı “Gündüz vakti adam mı kaçırıyorsunuz diye bağırmasıyla ahali toplanmaya baÅŸlamıştı. Kalabalıktan biri Tünel’den Ä°ngiliz zabitlerinin geldiÄŸini söyledi. Hemen bir arabaya bindirildi ve oradan uzaklaÅŸtırıldı.
 
AkÅŸam Samatya kıyısına getirilip bir tekneye bindirildi. Tekneyle Ä°zmit’e oradan da trenle yargılanacağı Ankara’ya götürülecekti.
 
Ä°ÅŸte bu noktada devreye Ä°zmir’i Yunanlılardan aldıktan sonra kuvvetleriyle Ä°stanbul’a yakın Ä°zmit’e gelip yerleÅŸen Birinci Ordu Komutanı Sakallı Nurettin PaÅŸa girdi.
 
Hikâyenin bundan sonrasını olayın bizzat tanığı olan, o sırada Birinci Ordu’da Nurettin PaÅŸa’yla birlikte çalışmış bir subay olan Rahmi Apak’ın “YetmiÅŸlik bir Subayın Hatıraları” adlı hatıratından okuyalım:
 
“Bir gün evde öÄŸle yemeÄŸini yemiÅŸ, karargâha dönüyordum. Kapıdan girerken, Nurettin PaÅŸa’nın da aynı zamanda girmekte olduÄŸunu gördüm. Nurettin PaÅŸa beni görünce ‘Ä°ÅŸittin mi, Ali Kemal’i tutmuÅŸlar, buraya getirmiÅŸler. Hemen ÅŸimdi haber gönder, karargâha getirsinler’ dedi.”
 
Burada bir araya girmeliyiz. Resmî tarihte ve daha sonra yazılan pek çok Ali Kemal biyografisinde Nurettin PaÅŸa’nın kendi inisiyatifiyle Ali Kemal’i yolundan çevirip, bir nevi el koyduÄŸu anlatılır. Hâlbuki bu hikâyenin ana kaynağı olan Apak’ın anılarındaki ÅŸu satırlar baÅŸka bir ÅŸey anlatmaktadır: “Bu fedakâr polis komiserlerine, bu tehlikeli iÅŸ için yaptıkları masrafın yarısını bile ödemeyecek olan, ancak otuzar lira para verebildiÄŸimizi hatırladıkça hâlâ utanırım…”
 
Bu notu düÅŸtükten sonra o günü Rahmi Apak’ın hatıratından okumaya devam edelim:
 
“Ali Kemal’i bizim odaya getirttim. Yedek subay Necip Ali Bey’i Ali Kemal’in ilk ifadesini almaya memur ettim.  Hatırımda kalan cevaplar ÅŸunlardır:
 
Necip Ali Bey: Milli Mücadele davamızın aleyhine çalışmaklığınızın sebep ve hikmeti nedir?
 
Ali Kemal: Bu davanın muvaffak olacağını hiç tahmin etmiyordum. Muvaffakiyetsizlik ise büyük devletleri daha ziyade hiddete sevk ederek vatanın tamamıyla harap olmasına sebep olunacaktı.
 
Necip Ali Bey: DüÅŸüncenizin yanlış olduÄŸu meydana çıktı. Yaptıklarınızdan piÅŸmanlık duyuyor musunuz?
 
Ali Kemal: Evet çok doÄŸru söylüyorsunuz. Ben, Türk milletinde bu kadar büyük yaÅŸama gayreti ve mücadele ruhu mevcut olduÄŸunu bilmiyordum…”
 
Ali Kemal daha sonra Nurettin PaÅŸa’nın karşısına çıkarıldı. Olan biteni Apak’tan okumaya devam:
 
“Ä°ki dakika sonra Nurettin PaÅŸa odasından çıktı. Sandalyeden ayaÄŸa kalkan Ali Kemal’e ‘Sen kimsin’ dedi. Ali Kemal ‘Ali Kemal bendeniz’ cevabını verince ‘Ha Artin Kemal dedikleri adam sen misin’ diye ekledi. Bu ikinci sual karşısında Ali Kemal hiç istifini bozmayarak ‘Hayır efendim. Ben Artin Kemal deÄŸilim. Ali Kemalim’ cevabını verdi. Nurettin PaÅŸa devam etti: ‘Bilgisiz bir adam suç iÅŸlese aynı suçu iÅŸleyen bilgili ve aydın bir adam gibi aynı cezaya mı çarptırılır, yoksa cezaları arasında bir fark bulunur mu?’  Ali Kemal hiç düÅŸünmeden ‘Tabii bilgili ve aydın kiÅŸinin cezası daha ağır olmak gerektir’ cevabını verdi. Nurettin PaÅŸa ‘O halde seni askerî mahkeme huzuruna sevk edeceÄŸiz’ deyince Ali Kemal ‘Ben adaletin karşısına çıkmaya hazırım’ dedi. Kendisini aldım tekrar aÅŸağıya odama indirdim... Hemen bir subay geldi ve PaÅŸa’nın beni istediÄŸini söyledi. PaÅŸa’nın yanına girdim. Bana ÅŸu emri verdi: ‘Åžimdi sokaktan birkaç yüz kiÅŸiyi büyük kapının önünde toplat. Kapıdan çıkarken Ali Kemal’i öldürsünler, linç etsinler!’
 
...Yüzbaşı Sait’i çağırttım. ‘PaÅŸanın yanına git sana mühim bir emir verecekmiÅŸ’ dedim.  Ben kendim PaÅŸa’nın bu emrini vermek istemiyordum... Benim çekindiÄŸim bu ölümün kanun yolu dışında yapılması taraftar olmadığımdandı. Kel Sait tertibatını yapmak üzere çıktı.
 
Ali Kemal, iyi bir terzi elinden çıkmış koyu renkli bir elbise giymiÅŸti. Yakışıklı bir adam, pek iyi giyinmiÅŸ, orta boylu biraz tıknaz, gözlüklü, ak yüzlü ve kırmızı yanaklı. BeÅŸ on dakika sonra başından gelecekten habersiz arkasına düÅŸen rüzgarın sırtına dokunduÄŸunu söyleyerek sandalyesinin deÄŸiÅŸtirilmesine müsaade edilmesini rica etti.
 
On beÅŸ dakika sonra Kel Sait, yarı açık kapıdan bana ‘her ÅŸey tamamdır’ iÅŸaretini verdi. Ben de Necip Ali Bey’e ‘haydi Necip Ali Bey, Ali Kemal Beyefendi’yi al, birlikte askerî cezaevine götür’ dedim. Ä°kisi birlikte kalktılar, odadan çıktılar. Odamda çalışan diÄŸer arkadaÅŸlarımın da hiçbir ÅŸeyden haberleri yoktu. Ben faciayı gözlerimle görmemek için masamın başında üzüntü içinde bekliyorum. Birdenbire dışardan gürültüler, bağırmalar oldu. Arkasında da Necip Ali Bey, başından kalpağı düÅŸmüÅŸ, saçları dikiÅŸmiÅŸ, yüzü gözü ÅŸiÅŸmiÅŸ morarmış ve büyük pürtelaÅŸ içinde odaya girerek ‘Beyefendi ne duruyorsunuz Ali Kemal’i öldürüyorlar, ne duruyorsunuz’ diye bağırmaya baÅŸladı. Ben sükûnetle ‘Yahu onu öldürüyorlarsa sana ne, otur yerine’ deyince birdenbire afalladı ve bana kızgın kızgın bakarak ‘Bu iÅŸi önceden bana niye söylemediniz. Beni de mi öldürtmek istiyordunuz. Benim suçum ne’ diye mırıldanarak yerine oturdu.
 
Hakikatte de Ali Kemal, köÅŸkün büyük kapısından çıkar çıkmaz elleri bıçaklı, taÅŸlı, demirli halk, küçük ve büyük çocuklar ve gençler üzerine saldırmışlar. Necip Ali Bey, kurtarmak için Ali Kemal’e sarılmış, Ali Kemal de kurtulmak için ona sarılmış. Bu esnada birkaç yumruk ve taÅŸ Necip Ali Bey’e isabet etmiÅŸ. Birisi arkasından Ali Kemal’e uzun bir bıçak sokunca, bunun acısı ile Ali Kemal bağırarak yere yatmış, diÄŸerleri de taÅŸla ve tekme ile kafasını ezmiÅŸler. Necip Ali de patırtının içinden güç hal ile kendisini sıyırarak kaçabilmiÅŸ. Toplanan güruh, derhal Ali Kemal’in yeni elbiselerini soyup almışlar. Parmağındaki yüzüÄŸü, altın saatini ve ceplerinde nesi varsa tırtıklamışlar. Sonra ayaklarına bir ip baÄŸlayarak, can çekiÅŸen bu adamı yokuÅŸ aÅŸağıya don gömlek sürüklemiÅŸler.
 
O gün, Lozan Konferansına gitmek üzere, Ä°smet PaÅŸa, trenle Ä°zmit’ten geçecek idi. Nurettin PaÅŸa istasyon yanındaki ve demir yolunun altından geçtiÄŸi küçük tünelin üstünde bir sehpa kurdurdu. Ä°smet PaÅŸa görsün diye onun ölü vücudunu astırdı...”
 
Bundan sonrasını ise Ä°smet paÅŸa ile birlikte Lozan’a giden heyetin içinde o gün trenle Ä°zmit’e gelen Ali Kemal’in yakın arkadaşı Yahya Kemal (Siyasi ve Edebi Portreler) anlatıyor:
 
“Ä°smet PaÅŸa’nın heyetiyle Lozan Konferansı’na gidiyorduk. Ankara’dan bizi getiren tren Bilecik’te durduÄŸu zaman Ä°stanbul’dan oraya kadar Ä°stikbale gelen gazeteciler Ali Kemal’in bir gün evvel  Ä°stanbul’da tevkif edildiÄŸini ve bir motorla Anadolu’ya doÄŸ­ru sevk olunduÄŸunu haber verdiler. Tren, Ä°zmit’e doÄŸru ilerledikçe Ali Kemal’in tevkifi ve sevki havadisi her istasyonda daha ziyade büyüyordu... Tren Ä°zmit’te durduÄŸu zaman istikbalimize çıkan Nureddin PaÅŸa’nın etrafındakiler «Artin Kemal tepelendi!» diye bağırıyorlardı. Bu kalabalık âdeta kırmızı bir rüyanın heyecanı içinde görünüyordu. Nureddin PaÅŸa, başında güzel bir kalpak, sırtında şık bir gabardin palto, sakalı taranmış, güler yüzlü olarak Ä°smet PaÅŸa’nın elini sıktı. DiÄŸer murahhaslar ve bütün hey’et-i murahhasa azasıyla beraber önce Ali Kemal’in cesedini görmeÄŸe, ondan sonra belediye dairesinde verilecek ziyafete davet etti.
 
Hepimiz, Fransa mümessili General Mauguin de ilk safta, programa tabi olarak yürüdük. Birkaç adım ötede, köprü üstünde, Ali Kemal’in cesedi toplu iÄŸnelerle bir çarÅŸafa sarılmış, önünde bir mukavva parçasına: «Hain-i vatan Artin Kemal» yazılmış duruyordu. Cesedin çehresi bir mengene ortasında gibi sıkışmış, birdenbire tanınmaz bir ÅŸekildeydi... Bir tarafından biraz kan sızıyordu, cesedin epey müddet tozda süründü­ÄŸü anlaşılıyordu.
 
Nureddin PaÅŸa cesedin karşısında ferahlı ve maÄŸrur bir tavırla halka nasihat kabilinden: «Ä°ÅŸte din ü milletimize ihanet edenlerin cezası budur…» ve daha bir­çok ÅŸeyler söylüyordu; Ä°smet PaÅŸa ise cesede mütekallis (gergin) bir yüzle bakıyordu. Garp Cephesi Kumandanı’nın bu manzara karşısında nazik ve mütehassis bir ruhu oldu­ÄŸuna dikkat ediliyordu. Bu tesirli manzaradan sakitane ayrılarak belediye dairesinde hey’et-i murahhasa ÅŸerefine verilen ziyafete gittik...”
 
Yahya Kemal’den anlaşılan ziyafet sırasında Nurettin PaÅŸa’nın Ali Kemal’in linç hikayesini bambaÅŸka bir ÅŸekilde anlattığı:
 
“Kapıdan çıkarken halk hücum etmiÅŸ taÅŸla tepelemiÅŸ, cezasını vermiÅŸ; pencereden baktım, ayağına bir ip takmış sürüyorlar. Men’etmek için bir iki zabit gönderdim. Zabitleri de taÅŸlamışlar,  nihayet halkın elinden alarak, sehpada teÅŸhir olunmak üzere astırdım.”
 
Ve Ä°smet PaÅŸa’nın bütün bunları dinlerken ne yaptığı kısmı:
 
“Ä°smet PaÅŸa bu hikayeyi dinlerken: ‘Zabitleri de taÅŸlamışlar’, sözü üzerine General Mauguin’e: ‘Halk zabitleri de taÅŸa tutmuÅŸ’ dedi. Lakin mızrak çuvala sığar kabilinden deÄŸildi. Çok devletçi olan Ä°smet PaÅŸa, bu dikkatiyle hükumetin vak’a hakkındaki görüÅŸünü ihsas etmiÅŸ oluyordu…”
 
Ve PaÅŸa’ya ilk ve tek itiraz:
 
“Yemek esnasında Nureddin PaÅŸa bahse devam ederek ‘Ä°nÅŸallah yakında Vahideddin’i de getirip cezasını vereceÄŸim’ derken, ikinci murahhas Rıza Nur Bey’in sabrı tükendi; önüne bakarak, lakin Nureddin PaÅŸa’ya hitaben: ‘Onu Ä°nebolu’dan yola çıkaracağız, çünki Ankara’ya gelip mahkeme karşısında hesap vermesi lazımdır’ dedi. Nureddin PaÅŸa mütehayyir ve müteessir bir sesle ‘Ya! Demek ki biz kutta-ı tarik (yol kesici) olduk’ dedi ve Ankara’ya bir taÅŸ atarak ‘Ali Kemal’i bıraksaydık ÅŸüphesiz ki Fethi Beyefendi orada kurtarırdı!’ cümlesiyle fikrini itmam etti. Rıza Nur Bey daha cerbezeli bir sesle: ‘PaÅŸa Hazretleri! Hükümet, bu hain sürüsünün tevkifi için Ä°stanbul Zabıtasına emir vermiÅŸtir, hepsi tutulup Ankara’ya gönderilmelidirler ve orada muhakeme edilmelidirler!’ deyince, Nureddin PaÅŸa, hükümet zihniyetinin bu tecellisi karşısında ‘Hükümet ne zaman emir vermiÅŸ? Ben Ali Kemal’i on yedi günden beri kendi adamlarımla tevkif etmeÄŸe çalıştım!’ dedi ise de Rıza Nur Bey ‘Ben Hükümet emir vermiÅŸtir, diyorum, biz Hey’et-i Vekiledeniz!’ cümlesini fırlattı.     
 
Nureddin PaÅŸa, bir müddet bariz bir teessürle sustu. YemeÄŸi bitirdikten sonra vagonda yatmaÄŸa gittik. Karanlık basmıştı. Köprünün yanından geçerken Ali Kemal’in cesedini bir daha gördük. Etrafında tek tük birkaç seyirci kalmıştı. Birisi iyi görebilmek için yüzüne bir kibrit çakmış bakıyordu...”
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.